Özgürce Bir Yaklaşım

Dilim Sert, Gönlüm Mert!

Türkiye İsrail’e Yardım Ediyor Yalanı!

Posted by Free Stand 24 Temmuz 2014


Türkiye-Filistin

Başbakanlık o iddiaları tek tek yalanladı
Medyada yer alan Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerine dair asılsız iddialara Başbakanlık’tan yanıt geldi.

T.C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü, Türkiye-İsrail ilişkilerine dair medyada yer alan asılsız iddalara son vermek adına bir açıklama yaptı.

“İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısıyla beraber, kamuoyunda Türkiye-İsrail ilişkilerine dair yoğun bir dezenformasyon kampanyası başlatılmıştır” denen açıklamada Türkiye-İsrail ilişkilerine dair gerçekler anlatıldı.
İşte o sorular ve cevapları;

Türkiye İsrail’e askeri jet yakıtı sağlıyor mu? Yazının devamını oku »

Posted in güncel, Gündem | Etiketler: , , , , , , , , , , , | 1 Comment »

Atatürk Osmanlı Derin Devleti’nin Adamı Mıydı?

Posted by Free Stand 24 Eylül 2013


Atatürk

Vahdettin-Atatürk ilişkisi tam manasıyla araştırılmadı bugüne kadar. Yazar Fatih Bayhan, elde ettiği yeni belgelere dayanarak “Mustafa Kemal’in Samsun görevi onun Anadolu’yu toparlayabilmesi için ortaya çıkartılmış bir görevdi.” diyor.

Atatürk ve Vahdettin

Atatürk ve Vahdettin

Cemal A. Kalyoncu’nun röportajı
Vahdettin ve Mustafa Kemal ilişkisi, kimi çevrelerin kendi görüşleri üzerine temellendirildi bugüne kadar. Kimse de bildik kalıpların dışına çıkacak adımları atmadı veya atamadı. Zira doğru dürüst bir çalışmaya tabi tutulmamıştı konu. O yüzden de Halife ve Sultan VI. Mehmet Vahdettin de ‘vatan hainliği’ ile suçlanıp durdu yıllarca.

Ama tarih doğru araştırılınca, ortaya yeni belgeler çıkarmak mümkün. Sultan Vahdettin ile Mustafa Kemal’in temasları hiç de söylendiği gibi görünmüyor yeni bilgi ve belgelere göre. Hatta Paşa’yı Samsun’a gitmek için görevlendirenin bizzat Sultan Vahdettin olduğunun ötesinde “Samsun görevinin, Mustafa Kemal’in Anadolu’yu toparlayabilmesi için ortaya çıkartılmış bir görev” olduğu da anlaşılıyor.

Tarihî konularda yaptığı çalışmalarla gündem oluşturan gazeteci-yazar Fatih Bayhan, yeni yılda Vahdettin ve Mustafa Kemal ilişkisini kitaba dönüştürüp yayımlayacak. Kıbrıs Gerçeği, Fikriye Hanım, Zübeyde Hanım, Tarih Değiştiren Suikastler, Teyzem Latife, Atatürk’ün Aşkı Latife, Atatürk’ün Büyük Sırrı kitaplarının yazarı Bayhan, 1922 ve 1923 yıllarına tekabül eden 1. Meclis gizli celse zabıtlarına göre “Halifeye emanet-i şerifeyi teslim ve biat etmek üzere İstanbul’a bir mebus heyeti bile gönderildiğini” tespit etmiş mesela. Yeni belgeler, Vahdettin’in hain olmadığı tartışmasına da noktayı koyacak.

Yazının devamını oku »

Posted in güncel, Gündem, Hayata Dair, tarih | Etiketler: , , , , , , , , , | 12 Comments »

Fethullah Gülen ve Cemaatine Sorular!

Posted by Free Stand 02 Ağustos 2013


GörselFunda Aydemir adlı yazar, Fethullah Gülen ve Cemaatine aşağıdaki mantıklı ve derhal açıklama bekleyen soruları yöneltmiştir. Noktasına, virgülüne dokunmadan buraya aktarıyorum.

 

Funda Aydemir: Dünyanın dört bir tarafında zülme uğrayan Müslümananların, İslam dünyası can çekişirken Fetullah Gülen Cemaatinden duymak isteyip duyamadıklarını sıralıyıor ve cemaatide hizmetlerinide unutmayacagımızı sıralıyor.

İslam dünyası, mazlum ümmet kardeşlerinden ümidini kestikçe Allah ile aralarındaki bağ daha güçleniyor. Nasıl mı?
Yazının devamını oku »

Posted in güncel, Gündem, Hayata Dair | Etiketler: , , , , , , , , , | 4 Comments »

Atatürk’ün Gizlenen Mektubu

Posted by Free Stand 08 Nisan 2012


Sevgili okuyucular, yıllardır varlığı konusunda çeşitli iddialar ileri sürülen bir mektuptan, bir vasiyetten bahsederler. Bu iddialara göre, Atatürk Cumhuriyetin 50. yılında (diğer iddiaya göre ise Atatürk’ün ölümünün 50. yılında) açıklanmasını istediği bir mektup var. Kenan Evren ve Turgut Özal tarafından ülkenin henüz hazır olmadığı şeklinde ithamlar yüzünden açıklanmamış ilgili mektup / vasiyet ve 25 sene ötelenmiş ki bu da 2013 yılına tekabûl ediyor. Hatta Kenan Evren böyle bir mektup olmadığını söyledi ve ardından varlığını kabul etmek zorunda kalarak önemli bir şey olmadığını dile getirerek olayı geçiştirdi. Bu da öyle bir mektubun varlığını kanıtlar derecesine getiriyor.

atatürk vasiyet mektup resim

ATATÜRK’ÜN GİZLİ VASİYETİNDE NE VAR? Yazının devamını oku »

Posted in Gündem, Hayata Dair, tarih | Etiketler: , , , , , , , , , , | 428 Comments »

Polisten Vali Olmaz!

Posted by Free Stand 13 Haziran 2009


celalettin cerrah

celalettin cerrah

 

AK Parti Hükümeti’nin bence şimdiye kadar aldığı en berbat, en çirkef, en kötü karar Celalettin Cerrah’ın Osmaniye Valiliğine atanması olayıdır.

Aslına bakarsak yıllardır polisleri vali yapmıyorlardı. Sanırım en son 1999 yılında yine bir emniyet müdürü vali olarak atanmıştı. Buna en sert tepkiyi, bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük valisi Recep Yazıcıoğlu vermişti. Peki o dönemde Merhum Recep Yazıcıoğlu ne demişti?  “POLİSTEN VALİ OLMAZ!”  Bu sözleri söylediği için başına bir sürü iş açmışlardı. Yağlı kazığa oturttular adamı.

Evet kardeşim olmaz. Peki neden olmaz?

Celalettin Cerrah’ın şahsi kişiliğini bir kenara bırakalım. Polis ve asker kökenli insanlar sert mizaca sahip insanlardır. Vur, kır ile, kelle koltukta hareket ederler. Sürekli emirler yağdırırlar. İçlerinde hep sert bir yönetim tarzı vardır. Sivil hayata, sivillere yaklaşım tarzları hep temkinlidir. Onlar için siviller sürekli olarak devleti tehdit edenlerdir. Diplomasiden ve siyasetten anlamazlar. Hoş valiler siyasetten uzak durmaları gerekir burası ayrı. Karşılarındaki insanları robot gibi görürler -emirlere uymak için yaratılmış robotlar-.

Demokrasiyi benimsemiş ülkeleri siviller yönetirler. Askerler ve polisler, siyasi otoritelerin emirlerine uymaları zorunludur ve aksi düşünülemez. Fakat ülkemizi biliyorsunuz. Gerçi son zamanlarda demokratikleşme sürecinde oldukça önemli basamaklar çıktık ta ki bu son olaya kadar. Polisleşmiş ve askerleşmiş bir devlet istemiyoruz! Silahlı kuvvetler otorite sahibi değil, ototriteyi koruyan güçler olmalılar. Celalettin Cerrah’ı sivil bir otoritenin başına getirdiğimizde ne oluyor? Polisleşmiş bir devlete bir adım daha gidiyoruz.

Yok mu kardeşim koskocaman devletin içinde valilik yapabilecek başka birileri ? Yüzlerce çok kaliteli kaymakam var. Onlardan birini seçin. Yada yok mu merkeze atadığınız valileriniz? Onlardan birinide eski makamına getirtebilirsiniz.

Zaten valiliğin hükümet tarafından atanmasınada karşıyım. Valiler rahat hareket edemiyorlar siyasi otoriteler yüzünden. Özerk bir sistem oluşturulup valilik atamaları çok güzel bir şekilde o özerk kurum tarafından da yapılabilir. Böylece Merhum Recep Yazıcıoğlu gibi valilerimiz merkeze alınmazlar. Doğru yerlere tayin edilirler. Aydın Valisi iken İstanbul Valiliğine atanması gereken bir kişiyi alıp güya sürgüne, Erzincan’a, yolluyorsunuz. Orada güzel işler yapıyor diye merkeze atıyorsunuz. Yanlış işler bunlar.

Celalettin Cerrah konusuna geri dönecek olursak. Onun kişiliğini konu dışında tutalım demiştim. Şimdi kişiliğine bşir kaç cümle ile bakalım.

Sayın Cerrah çocukluktan beri silah hastası bir kişiymiş. Kendisi söylüyor bunu. Silah kullnırken rahatlıyormuş. Git kardeşim git dağlarda sık silahını pkk itlerine. Böyle bir insanı hangi akla hizmetle vali yapıyorlar anlamak çok güç.

Ak Parti hükümetine bu olay yüzünden yazıklar olsun diyorum.

Posted in Gündem | Etiketler: , , , , , , , , | 2 Comments »

28 Şubat Postmodern Darbesinin Bütün Gizli Belgeleri ve Merak Edilenler

Posted by Free Stand 28 Şubat 2009


Askeri Darbe

Askeri Darbe

Taraf gazetesi etkileri günümüzde hâlâ süren post-modern darbenin 12. yıldönümünde 28 Şubat’ın gizli belgelerini yayınladı. İşte söz konusu belgelerdeki talimatlar:

Mehmet Baransu‘nun haberi

Etkileri hâlâ süren post-modern darbenin 12. yıldönümünde, başta Çevik Bir olmak üzere dönemin generallerinin Refahyol hükümetini devirme ve toplumu biçimlendirme planlarını içeren resmî yazışmalar ilk kez Taraf’ta. 28 Şubat sürecinin, dönemin Genelkurmay’ınca, “irticacı” grupların Silahlı Kuvvetler dahil bürokrasiye, topluma ve siyasete sızdığı iddiasıyla tetiklendiğini gösteren belgelerde “Bu tehditle mücadele ordunun birinci önceliğidir” deniyor. Çevik Bir imzalı gizli belgede, Refahyol’a ve Milli Görüş hareketine askerî müdahale yapılmazsa, bu çizgideki partilerin 2000’de yüzde 34, 2005’teyse yüzde 67 oy alarak iktidara gelip rejimi değiştireceği öngörüsünde bulunuluyor. Dindarlaşmanın tehdit olarak algılandığını kanıtlayan belgelerde, “laik kesimin aymazlık içinde olduğu” ve gidişata “dur” demenin orduya düştüğü ancak bunun medya ve sivil toplum kullanılarak yapılması gerektiği ifade ediliyor

Bundan 12 yıl önce, 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu toplantısında irtica ile mücadele kapsamında 18 maddelik kararlar alınmış ve tarihe “postmodern darbe” olarak geçen bu süreçle ilgili olarak Taraf, 28 Şubat süreciyle ilgili bugüne kadar kamuoyuna yansımayan çok önemli bir belgeye ulaştı. Elimizdeki belge 28 Şubat sürecinin en önemli aktörlerinden biri olan dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in imzasını taşıyor. 6 Mayıs 1997 tarihli “Gizli” damgalı 12 sayfalık rapor, 28 şubatın yol haritası niteliği taşıyan karar ve emirlerden oluşuyor. Bu raporun yanı sıra başta Jandarma Genel Komutanlığı olmak üzere Genel Kurmay Başkanlığı içerisindeki birçok birim arasındaki “Gizli” damgalı yazışmalara ve belgelere de ulaştık.

“Zamanında harekete geçilmesi…”
28 şubat sürecinin yol haritasının belirlendiği ve kamuoyuna ilk kez yansıyan belgelerde, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi’nin oluşturulduğu ve Batı Harekat Konsepti’nin yayımlandığı belirtilip, Türkiye genelinde “Her türlü gelişmenin sürekli takip edilerek ilgili makamların zamanında harekete geçirilmesi” “sorumluluk bölgesi ayrımı gözetilmeksizin” isteniyor. Kişilerin, kurumların, ticari firmaların, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanların fişlenmesinin istendiği belgede, “Jandarma Genel Komutanlığı’nın yurdun en ücra köşesine kadar ulaşan yaygın teşkilat yapısı ve vatandaşlarla olan ilişkileri nedeniyle her türlü gelişmeyi anında tespit edebilecek imkanlara sahip olduğuna” da vurgu yapılıp, jandarmanın nasıl bir yol izleyeceği de anlatılıyor.
İşte 28 şubat sürecinin perde arkasına ışık tutacak, irtica ile mücadele yöntemlerin anlatıldığı, o dönem basında çıkan pompalı silahlar başta olmak üzere kuran kursları başta olmak üzere, sekiz yıllık eğitim kararlarına giden süreçle ilgili resmi raporlardan çarpıcı satır başları…

Darbenin ‘gizli’ emirleri
Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir tarafından hazırlanan 6 Mayıs 1997 tarihli “Batı Harekat Konsepti” başlıklı 12 sayfadan oluşan gizli belgede “irtica” ile mücadele adı altında yapılması gerekenler ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Sivil toplum örgütleri, aydınlar ve Atatürkçü çizgideki kurum ve kuruluşların mücadeleye ortak edilmesi istenen belgedeki ayrıntılar 28 Şubat dönemine ışık tutuyor. Belgenin “Mücadele Esasları” başlıklı bölümünde şu maddeler dikkat çekiyor:

Mücadele zarureti doğmuş
Türkiye Cumhuriyetinin üniter yapısına, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne yönelen terör tehdidi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarı ile sürdürdüğü iç güvenlik harekatı sonucu büyük çapta etkisiz hale getirilmiş ve terörist gruplar baskı altına alınmış, buna karşılık devletin laik ve demokratik yapısını hedef alan irticai faaliyetler ciddi bir tehdit oluşturmaya başlamış ve terörle mücadelede olduğu gibi bu tehdide de Türk Silahlı Kuvvetlerinin birinci önceliği vererek bilinçli ve kararlı bir mücadele başlatma ve ısrarla sürdürme zarureti doğmuştur.

Köklü tedbirler
İrticai faaliyetlerinin daha fazla gelişmesini önlemek ve ulaştığı bu seviyeden daha alt seviyelere çekerek Cumhuriyetin temel nitelikleri olan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olma özelliklerini ilelebet muhafaza etmek maksadıyla, köklü tedbirler alınmasına ihtiyaç duyulmuştur.

TSK polemiğe girmesin
Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerini koruma ve kollama yükümlülüğünün bilincinde olarak, siyasi çatışma ve polemiklerin üstünde kalmak suretiyle yüce Türk milletinin büyük çoğunlugunun beklentileri ve duyarlığı paralelinde, bütün ağırlığını irticanın daha fazla mesafe katetmesini önlemede kullanılacaktır.

Aydınlar göreve
Türk aydının halktan kopukluğuna karşılık din elitinin halkla yakınlığıda İslam hareketinin güç kazanmasında önemli bir etkendir. Laik aydınların halkla paylaşılacak ortam temalar bulması, yakınlaşması ve onun hizmetinde olduğunu hissettirmesi son derece önemlidir. Şüphesizki eğitimdeki atılımlar, fikri paylaşımı ve dolayısıyla bütünleşmeyi hızlandıracak ve Türk insanının bu milletin ferdi olmaktan onur duymasını kolaylaştıracak bir yoldur.

Lâik kesim aymazlık içinde
Ülkenin sürüklendiği karanlığı gören laik kesim Türk Silahlı Kuvvetlerinin varlığından ve bir gün mutlaka bu gidişata dur diyeceğinden emin olmanın rahatlığı ve aymazlığı içindedirler. Türk toplumuna bir taraftan TSK’nın anayasa ve kanunlarla kendisine verilen Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama görevini yapacağını doğal bir şekilde izah ederken, diğer tarafdan özellikle irtica  ile mücadeleye TSK’nın siyasi polemiklerin içine çekmenin sakıncaları hatırlatılmalıdır.

Psikolojik harekât
İrtica ve mücadelede kullanılacak en güçlü öğe psikolojik harekettir. Batı çalışma gruplarından ve konuyla ilgili görevlerde çalıştırılacak personelin bir plan dahilinde Psikolojik Hareket Kursu’ndan geçirilmeleri sağlanmalıdır. İrticai görüş yanlısı basın ve yayın organları ile irticai görüşü benimsenmiş şahıslar her platformda Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve ebedi önderimiz Atatürk’ün dine karşı olduğu temasını işlemekle ve halkımızın nazarında Atatürk’ü ve Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak için korkunç bir psikolojik hareket icra etmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türk milletinin bağrından çıktığı kesinlikle dinsiz olmadığı gibi, dini inançların korunmasına ve en iyi şekilde yaşanmasına hizmet ettikleri gerçeği daima göz önünde bulundurulacaktır.

——————————————————————————————————————————-
*************************************************************************************
——————————————————————————————————————————-

Çevik Bir imzalı: Okuyup imha edin

Genelkurmay yazışmaları ve Çevik Bir’in eliyle yazdığı notta, darbe emirlerinin çok gizli tutulması, asla çoğaltılmaması, okunduktan sonra derhal imha edilmesi ve imha edildiğinin bildirilmesi isteniyor, çünkü…

: Darbe belgeleri, Genelkurmay’ın “Batı Çalışma Konsepti” adı altında dindar kesimin cemaatlerini, derneklerini, okullarını, yurtlarını, mahallelerini ve köylerini fişlediğini kanıtlıyor. Belgelerde “irticacıların” orduya sızmasının önlenmesi, sızanların tasfiyesi ve tasfiye sonrasında sivil hayatta iş bulmalarının engellenmesine yönelik ayrıntılı talimatlar yer alıyor. İrticaî kesimin “şeriat” düzeni getirmek için silahlanmaya başladığı endişesine yer veren belgelerde, bunu önlemek için pompalı tüfek ruhsatlarının yeniden düzenlenmesi kararı var

Çevik Bir’in 29 nisan ve 6 Mayıs 1997’de gönderdiği emirlerle ilgili olarak 12 Kasım 1998’de Jandarma Genel Komutanlığı “İrticai faaliyetlerin takibi ve rapor edilmesinde görülen aksaklıklar” başlığı ve “gizli” damgalı bir yazıyla tüm Jandarma Bölge Komutanlıklarını uyarıyor. Aksaklıkların yerine getirilmesini müteakip “emrin imha edilmesi” isteniyor.

Tatil günlerinde rapor gelmiyormuş

Dönemin Kurmay Başkanı Korgeneral Çetin Haspişiren imzalı belgede “Ağrı Belediye Başkanı’nın Atatürk hakkındaki konuşmasını medyadan öğrendik. 2. Jandarma Komutanlığı’nın duyarsız kalması dikkat çekmiştir” denilerek, bölge komutanlıklarının daha dikkatli olmaları uyarısı yapılıyor. Aynı belgede tatil günlerinde raporların Ankara’ya iletilmesinde de aksaklıklar olduğuna dikkat çekilerek bunun giderilmesi isteniyor.
İşte Çevik Bir’in gönderdiği emirden sonra, aksaklıklarla ilgili Jandarma Genel Komutanlığı’nın alt birimlere gönderdiği yazıdan satır başları:

Batı Hareket Konsepti

1- “İrtica tehdidinin daha fazla büyümesini önlemek amacıyla ülke düzeyinde meydana gelebilecek her türlü gelişmeyi sürekli takip ederek alınması gereken tedbirler bakımından ilgili makamları zamanında harekete geçirmek üzere Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi oluşturulmuş ve ilgi (b) ile Batı Hareket Konsepti yayınlanmıştır.

2- Bu duruma göre irticai unsurların faaliyetlerinin sorumluluk bölgesi ayrımı gözetmeksizin devamlı olarak takip edilmesi, elde edilen bilgiler ve meydana gelecek gelişmelerin, vakit geçirilmeksizin üst makamlara bildirilmesi gerekmektedir.

3- Bununla birlikte konu hakkında alınan bazı duyumlar ve meydana gelen bir kısım gelişmeler, önemsiz olduğu düşüncesiyle Jandarma Genel Komutanlığı’na rapor edilmemekte, durum medyadan ve diğer kaynaklardan öğrenilmektedir. En son olarak Ağrı Belediye Başkanı’nın Atatürk aleyhine yaptığı konuşmayla şehirdeki bazı cadde ve meydanların isimlerinin yandaşlarına mesaj verecek şekilde değiştirildiği basından izlenmiştir. Laik ve Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya yönelik faaliyetlerin alanen yapılması karşısında 2. Jandarma Komutanlığı’nın duyarsız kalması dikkat çekmiştir.

4- J. Gn. K’lığının yurdun en ücra köşesine kadar ulaşan yaygın teşkilat yapısı ve vatandaşlarla olan ilişkileri nedeniyle her türlü gelişmeyi anında tespit edebilecek imkanlara sahiptir. Bu nedenle;

a. Sıralı birlik komutalarınca ilgili personel tekrar uyarılacak, sorumluluk bölgesindeki gelişmelerin yakınen takip edilmesi ve konu hakkında üst makamların zamanında bilgilendirilmesi sağlanacaktır.

b. Polis bölgesinde meydana gelen irticai nitelikli olaylar dahil, önemli olaylar emniyet müdürlükleri/amirlikleri ile koordinede bulunarak rapor edilecek, bu hususta özellikle tatil günlerinde görülen aksaklıklar giderilecektir.

c. Raporlar açık ve anlaşılır şekilde hazırlanacaktır.

5- Her amir tarafından astların bu konuda sözlü olarak uyarılmasını, yukarıda belitilen hususların yerine getirilmesini müteakip emrin imha edilmesini rica ederim.”

İvedi olarak bildirin
7 Kasım 1997 tarihli Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Fikret Ö. Boztepe imzalı 5 sayfadan oluşan el yazısıyla yayınlanan bir genelgede de “irticanın birinci öncelikli tehdit olma özelliğinin devam ettiği” vurgulanıp, “Batı Eylem Planı” doğrultusunda alınacak önlemlerin ve derlenen bilgilerin üst makamlara “ivedi” olarak bildirilmesi emrediliyor. Toplam 7 maddeden oluşan emrin son maddesi ise oldukça ilginç: “Bu emir okunduktan sonra imha edilecek, imha edildiği bildrilecektir.”

Çevik Bir’in elyazısıyla
Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in el yazısıyla 12 Eylül 1997’de daha önce Hava, Deniz, Kara, Jandarma ve Harp Akademilerine gönderdiği yazılı emirlerle ilgili olarak bu emirlerin yerine getirilmesinde izlenecek yöntemle ilgili altı maddelik talimatname:

1- Hiçbir kademeye yayınlanmayacak.
2- Kesinlikle fotokopi yapılmayacak.
3- Hiçbir kimseye gösterilmeyecek.
4- Devamlı kilitli kasada bulunacak.
5- Yapılması gereken hususlar bizzat Bölge Komutanı tarafından yapılacak.
6- Yapılan bütün çalışmalar bu dosyanın ekinde bulundurulacak.

Generallerin fişleme formu
Fişlemelerle ilgili bir de form hazırlanıp, tüm Türkiye çapındaki alay düzeyindeki komutanlıklara gönderilmiş. Form iki bölümden oluşuyor. “İrticai faaliyetler içerisinde bulunan kuruluşlar” ve “Yasalara aykırı görülen tesisler.” Bu formda özel okullar ve özel dershanelerde çalışanların ve okuyanların isim isim tespit edilmesi, öğrenci kapasitesi gibi bilgiler istenip, Ankara’ya gönderilmesi emrediliyor. Yasalara aykırı görülen tesisler bölümü ise kendi arasında üçe ayrılıyor: Kuran kursları, özel öğrenci yurtları ve özel eğitim kurumları.

Gizli belgede irtica paranoyası
Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’in imzaladığı 6 Mayıs 1997 tarihli gizli belgenin “İrtica faaliyetlerinin hali hazır durumu” başlıklı bölümünde Türkiye Cumhuriyeti’nin “büyük bir irtica tehditi ile karşı karşıya kaldığı” savunularak, Milli Görüşçüler, radikal İslamcılar ve tarikat gibi grupların şeriata dayalı İran benzeri bir İslam Cumhuriyeti kurmak istediği  ileri sürülüyor. İrticai grupların hedeflerine ulaşmak için büyük bir kararlılık ve inançla ilerlediği belirtilen belgede, “İrticai grupların, amaçları doğrultusunda insan gücünün yetiştirilmesi ve bu insanların devletin kilit noktalarında görev alarak kadrolaşma gayretlerini organize etmesi yönünde aldıkları mesafe dikkat çekmektedir” ifadelerine yer veriliyor.
Çevik Bir imzalı gizli belgede şöyle deniyor:

Hedef TSK
“İrticai kesim; amaçlarına ulaşmada en büyük engel olarak TSK’yı görmektedir. Bu nedenle TSK’ya sızma girişimlerini büyük bir gizlilik içerisinde ve inatla sürdürmektedir. İrticai kesim, belirtilen hedefin tahakkuku amacıyla bir taraftan İmam Hatip Okulu mezunlarının Harp Okullarına girmesi yönünde yasa değişikliği dahil çeşitli alanlarda mücadele verirken, diğer taraftan askeri öğrencilere, astsubaylara ve uzman erbaşlara el atmaktadır.

Basını kullanıyorlar
Ülkemizdeki özgürlük ortamı irticai kesim tarafından en üst düzeyde kullanılmak suretiyle amaçları doğrultusunda yayın yapan görsel ve yazılı basın vasıtasıyla halkın dini duyguları istismar edilmekte ve kitleler etki altına alınmaya çalışılmaktadır.
Bahse konu gruplar, iktidarın silahla ele geçirilmesi gerektiğinde ihtiyaç duyacağı silahlı gücü yaratma ve silah temin etme yönünde büyük atılımlar göstermekte ve bu maksatla başta radikal İslami gruplar olmak üzere hızla silahlanmakta, irticai görüşür benimseyen personelin bu konuda eğitilmesi için Milli Gençlik Vakfı tarafından inşa ettirilen öğrenci yurtları içerisinde atış poligonlarına yer vermekte ve “özel koruma timleri” teşkil ederek irtica ordusununun alt yapısını oluşturmaya gayret etmektedir.
Sonuç olarak; Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hiç bir döneminde görülmeyen irticai bir tehdit ile karşı karşıya bulunmaktadır.”

Devlet kuşatılıyor
Belgenin “İrticai faaliyetlerin yakın gelecekteki durumuna dair değerlendirme” başlıklı bölümünde ise milli gelir ve işsizlik oranları verilerek buradan doğabilecek olası “tehditlere” dikkat çekiliyor. İrticai çevrelerin çocukları kendi istekleri doğrultusunda eğitmek için büyük gayret içinde olduğu ileri sürülen belge, “Bu kapsamda, 561 İmam Hatip Lisesi’nde; kabiliyetli, zeki, çalışkan ve fakat çoğu yoksul ailelerin çocuğu yaklaşık 493 bin öğrenci şeriat esaslarına göre yetiştirilmektedir. Bu okullardan mezun olanların sayısı 1995 yılı için (53 bin 553) ihtiyacın (1995 yılı için 2 bin 288) 23 katıdır. Şeriatçı görüşe göre yetiştirilen bu personel, özellikle hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakülteleri ile Polis Akademilerine yöneltilmekte ve kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirilerek devlet kuşatılmaya çalışılmaktadır” ifadeleri kullanılıyor.

‘2005’te yüzde 67 oy alacaklar’ tahmini
Çevik Bir imzalı gizli belgede “irticai kesim” adı verilen siyasi partilerin alacağı oy oranları da tahmin ediliyor. Belgede şu ifadeler yer alıyor: “Mevcut seçim yasası ve eğitim sisteminin devam etmesi halinde; 2000 yılı Milletvekili Genel Seçimlerinde milli görüşçü partilerin din eğitimli seçmenin etkisiyle toplam oyların yüzde 34’ü ile tek başına iktidara gelerek, ülkede dine dayalı devlet düzenini kurabilecek her türlü değişikliği yapabilecekleri, 2005 yılı genel seçimlerinde ise yaklaşık 6,5 milyon ilave din eğitimli seçmenin etkisiyle toplam oyların yüzde 67’sini alarak her konuda mutlak çoğunluğu elde edebilecekleri değerlendirilmektedir.”

——————————————————————————————————————————-
*************************************************************************************
——————————————————————————————————————————-

Subay eşlerine casusluk rolü

“İrticaî okul, dershane ve kursların kontrolü için subay/astsubay ve güvenilir devlet memurlarının öğretmen eşlerinin bu okullar ve dershanelerde görev almaları sağlanacak”

İrticai faaliyetlerin beşiği durumundaki okul, dershane ve kursların kontrol altında tutulabilmesi için subay/astsubay ve güvenilir devlet memurlarının öğretmen eşlerinin gönüllü olarak bu okullar ve dershanelerde görev almaları sağlanmalıdır. İrticai örgütlerin kontrolündeki öğrenci yurtları, özel okullar dershaneler takip edilmeli cumhuriyet ilke ve niteliklerine aykırı tutum ve faaliyetleri mutlaka yargıya intikal ettirilerek en azından takip ve kontrol edildikleri izlenimi uyandırılmalıdır.

——————————————————————————————————————————-
*************************************************************************************
——————————————————————————————————————————-

Sıkıyönetime geçildiğinde yapılacaklar

“EMASYA ve Sıkıyönetim planlarının uygulanmaya konulması halinde takip edilecek hareket tarzları, kontrol altında tutulması gereken kritik noktalar ve topluluklar iyi analiz edilerek muhtelif hareket tarzları belirlenmelidir”

Çevik Bir imzalı gizli belgede olası bir darbeden bahsediliyor ve bu durumda yapılması gerekenler sıralanıyor. Belgede şöyle deniyor: “EMASYA ve sıkıyönetim planlarının uygulanmaya konulması halinde, takip edilecek hareket tarzları, kontrol altında tutulması gereken kritik noktalar ve topluluklar iyi

analiz edilerek muhtelif hareket tarzları belirlenmeli ve hakiki Müslümanlara karşıymış pozisyonuna düşürmeyi, bu suretle halkla karşı karşıya getirmeyi planlayacakları bir faraziye olarak dikkate alınmalıdır.”

——————————————————————————————————————————-
*************************************************************************************
——————————————————————————————————————————-

Aczmendîler gündemde tutulacak

“Basın ve yayın organlarında ‘Aczmendî’ ve ‘Üfürükçü Hoca’ gibi konuları sürekli gündemde tutarak bunların gerçek yüzlerinin anlaşılması sağlanacak. Erkek ve kadınların modern giyimleri özendirilecek”

Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in 6 Mayıs 1997 tarihinde “Batı Harekat Konsepti” adı altında tüm birimlere gönderdiği emrin yanı sıra, Genelkurmay Başkanlığı adına “Kişiye Özel Gizli” damgasıyla “Faaliyet Planı” başlığıyla ikinci bir emir daha yayınlanıyor. Plan dört bölümden oluşuyor. Konu/faaliyet, alınacak tedbirler/önlemler, icra makamı ve icra zamanı. İcra makamı bölümünde Askeri savcılık, askeri mahkeme, adli müşavirlik başta olmak üzere hemen hemen tüm askeri birimler var. İcra süresi olarak da “Sürekli takip edilecek” notu düşülmüş. İşte o rapordan da bazı satır başları:

Laiklik konusunun dinsizlik olmadığı, uygun radyo, televizyon, yazılı basın ve neşriyatla halka doğru şekilde anlatılması sağlanacak. Erkek ve kadının modern giyimini özendirmek. Yasalara aykırı giyimi menetmek.

Tarikatlara bağlı ve onların kontrolünde olan özel yurt, vakıf, okul ve dershanelerin amacı, öğrenci miktarı ve yöneticilerini tespit etmek. Bunları finanse eden kurumları ve yöneticilerini belirlemek. Bunları haberli habersiz denetlemek. Bu kuruluşların zayıf ve hassas yönlerini ve zararlarını medyayı kullanmak suretiyle afişe etmek.

Tüm yurtta mevcut olan dini tesis ve derneklerin, yer ve amaçlarını tayin etmek. Varsa olumsuz faaliyetlerini tespit etmek. Mali destek ve kaynaklarını belirlemek.

İrtica faaliyetleri nedeniyle, YAŞ kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ilişkileri kesilen personelin kamu kurum ve kuruluşlarında işe alınmaları suretiyle, istismar edilmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerini dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınların önlenmesi…

——————————————————————————————————————————-
*************************************************************************************
——————————————————————————————————————————-

Gazeteciler kullanılacak

“İrticaî unsurlar ve basın ve yayın organlarıyla doğrudan polemik yerine Atatürkçü dernek, basın ve yayın organlarının devreye girmesi sağlanacak…”

Dernekleri kullanalım
İrticai unsurlar ve onların sözcüsü durumunda olan basın ve yayın organları ile doğrudan tartışma ve polemiğe girmek yerine, Atatürkçü çizgide olan kurum, kurtuluş, dernek, basın ve yayın organlarının devreye girmesini sağlamak ve onlara destek vererek halkın bilinçlenmesine katkıda bulunmak bir yöntem olarak tercih edilmelidir.

Basına brifing
Fikir ve düşünce yapısı olarak gericiliğe şiddetle karşı olan ancak ilmi yetersizlik ve yol yöntem bilmeme nedenleriyle tepkisi gösteremeyen veya yanlış yöntemlerle hareket ederek fayda sağlamak yerine irticanın daha fazla değer kazanmasına sebep olan kişi kurum ve kuruluş temsilcileri ile basın ve organları mensupları aydınlatılmalı ve yönlendirilmelidir.

Bilim adamları kullanılmalı
Basın ve yayın organları ile laik Türkiye Cumhuriyetinin yetişdirdiği mumtaz bilim ve din adamlarının yönlendirilmeleri ve yüreklendirilmeleri halinde mücadeleye çok büyük fayda sağlayacakları ve irticacıları kendi silahlarıyla  vuracakları değerlendirlmektedir. Bu nedenle mahalli basın ve yayın organları da dahil olmak üzere üniversite öğretim üyeleri, aydın din adamları ve halk arasında itibar sağlamış değerli şahsiyetlerle samimi ilişkiler içinde bulunulmalı ve onlardan yararlanma yolları araştırılmalıdır.

KAYNAKLAR: TARAF GAZETESİ ve HABER7.COM

Posted in Gündem, Hayata Dair | Etiketler: , , , , , , , , , , , | 30 Comments »

Davos Fatih’i Erdoğan İçin Yapılan Bir Video

Posted by Free Stand 31 Ocak 2009


DAVOS FATİH’İ RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN FOTOĞRAFLARI VİDEO SLAYT OLARAK KARŞINIZDA. BUYRUN İZLEYİN!

Posted in Gündem | 13 Comments »

Osmanlı Padişahları Resimleri Slayt Halinde

Posted by Free Stand 22 Kasım 2008


Sevip saygı duyduğum biri böyle bir video çalışması yapmış. Video hoşuma gitti ve siteme ilk defa bir video ekleme kararı aldım. Video’yu izlemek için alternatifleriniz mevcut.

İsteyen http://www.ikinciabdulhamid.com/iaforum/index.php?showtopic=200&hl linkinden isteyense direk buradan izleyebilir. Seçim size kalmış.

İyi seyirler.

2:24 dakika

Posted in Pek Fazla Önemli Değil | 3 Comments »

Vahdettin’e Göre Atatürk Türk Değil!

Posted by Free Stand 18 Kasım 2008


Atatürk ve Vahdettin

Atatürk ve Vahdettin

 

VAHDETTİN’E GÖRE ATATÜRK HANGİ MİLLETTENDİ?

 

“Zampara”, “Puşt”… Meclis Başkanı Ahmed Rıza Efendi mebusları her ne kadar edeb-i lisanla konuşmaya davet etse de genel kurulun tansiyonu hiç düşmedi.  Milletvekillerinin birbirlerini sözlerle taciz ettiği genel kurulun gündeminde “zina yasası” vardı! Hepsi zinanın suç olduğunu kabul ediyordu. Tek farkları erkeğin zinası mı daha ağır suçtu, kadının mı? Gelin 100 yıl önceye gidelim; bakalım bugünle farkı var mı görelim?..

 

1908 Temmuz Devrimi (II. Meşrutiyet) sonucu yapılan seçimlerin ardından Meclis-i Mebusan 27 Aralık 1908’te açıldı.

 

Üç yıl görev yapacak Meclis-i Mebusan hukuk alanında da devrim niteliğinde düzenlemeler yapmak için çalışmalara başladı. .

 

Ceza Kanunu’nun bazı maddelerinin değiştiren yasa tasarısı Meclis Adliye Encümeni’nden geçip meclis genel kuruluna geldi.

 

Değiştirilmesi istenen maddelerden biri de zinaya ilişkin olan 201’inci maddeydi. Zina maddesi dört fıkradan ibaretti.

 

ZİNA MADDELERİ

 

-Zina yapan kadın hakkında soruşturma açılması; eğer evliyse eşi; evli değilse velisinin şikayetine bağlıydı. Zina sabit görülürse kadın 3 aydan 2 yıla kadar hapsedilecekti.

 

-Şikayetçi olan koca veya veli davadan vazgeçer ya da mahkeme sırasında vefat ederse dava düşecekti. Kocası kadınla evlenirse dava yine düşerdi.

 

-Kadının zina yaptığı erkek evliyse, 3 aydan 2 yıla kadar; evli değilse 1 aydan 1 seneye kadar hapis cezasına çaptırılacaktı. Ayrıca her iki durumda da 5 Osmanlı altınından 100 Osmanlı altınına kadar para cezası verecekti. Ancak bu durumun kanıtlanması için suçüstü veya bir Müslüman’ın evinde yakalanılmasını ya da erkeğin kendi tarafından yazılmış mektuplarının bulunması şart koşuluyordu.

 

-Erkek karısıyla birlikte oturduğu evde zina yapmayı alışkanlık edinmişse 3 aydan 2 yıla kadar hapis ve 5 Osmanlı altınından 100 Osmanlı altınına kadar para cezası öngörülüyordu.

 

“ALLAH GÖSTERMESİN”

 

Zina yasa tasarısının görüşülmesine 18 Nisan 1911 günü, Ahmed Rıza Bey’in başkanlığında Meclis-i Mebusan’da başlandı.

 

İlk sözü alan Halep Mebusu Artin Boşgezenyan, Hüseyin Üzmez vakasında da ortaya çıkan bir gerçeğin altını çizdi: Bu ceza erkekleri koruyor!

 

Sözleri sürekli laf atmalarla kesilen Artin Efendi şöyle konuştu:

 

“Kanun aslında erkeğe diyor ki, ‘Ey birader, biz senin kıymetini biliyoruz. Her ne kadar biz sana ceza verir gibi gözüksek de sen bundan korkma. Ama dikkatli ol sakın kendi evinde yapma. Ama ola ki bir kere yaptın ziyanı yok, fakat bunu adet edinme. Yani metres tutma, çiçekten çiçeğe kon.’”

 

Artin Efendi erkeğin kollandığını belirtikten sonra, “farz ediniz ki Meclis-i Mebusan kadınlardan teşekkül etse” demesiyle salondan bir kahkaha yükseldi. Kütahya Mebusu Cemal Bey, “Allah o günleri göstermesin” diye laf attı.

 

Artin Bey yine sözlerini sürdürdü:

 

“Bu gök kubbenin altında her şey olur efendim. Kadınlar meclise gelseler ve bu yasadaki kadınların yerlerine erkekleri, erkeklerin yerlerine kadınları yazsalar; siz buna ne dersiniz? Zannederim ki ‘bu gayet haksızdır’ dersiniz. Bu nedenle kadınların hukukunu korumalıyız efendim.”

 

Daha sonra kürsüye gelen Şebinkarahisar Mebusu Mustafa Hayri Efendi, kadınların ve erkeklerin eşit ceza almalarına karşı çıktı; “kadınlar daha ağır ceza almalıdır” dedi. Ayrıca, zina kovuşturmasının sadece eş ve veli şikayetine bağlı olmasının kocasız ve velisiz kadınları yasa kapsamı dışına bırakacağını söyledi.

 

Bingazi Mebusu Mansur Paşa, ayetlerden alıntılar yaparak başladığı konuşmasında, iffetin korunmasının sorumluluğunun erkekten çok kadında olduğunu belirterek, “bu nedenle kadınlara daha çok ceza verilmesi gerekir” dedi.

 

“ZAMPARA”… “PUŞT”…

 

İpek mebusu Hafız İbrahim’in kadınlardan yana çıkan konuşması yine genel kurulu karıştırdı.

 

“Kadınları baştan çıkaran erkeklerdir. Bugün bir kadının aklı başında bir erkeği olursa, hiçbir vakitte fenalığa bulaşmaz. Fakat namussuz alçak bir erkek, kendi zevcesini evinden bırakıp Beyoğlu’nda sabaha kadar sürterse, kadıncağız da bir zamparayı evine almaya mecbur kalabilir. Bir erkek bütün gün Beyoğlu’nda zamparalıkta bulunursa ona ceza yok. O kadın ne yapsın?”

 

Bu sözü duyan mebusların büyük çoğunluğu hep bir ağızdan bağırıp çağırarak itiraz ettiler. Kimi mebuslar kürsüye yürümek istedi.

 

Meclis Başkanı Ahmed Rıza Bey mebusları sakin olmaya çağırdı. Hafız İbrahim Efendi’yi de daha dikkatli konuşması için uyardı:  “Lütfen edeb-i lisanla konuşunuz. Bu kürsüye, meclise yakışmayacak sözler sarf etmeyiniz.”

 

 Konya Mebusu Mehmed Vehbi Efendi, Artin Efendi ve İbrahim Efendi’nin sözlerini eleştirerek, kadınların dışarıda erkeklerini kontrol etmesi gibi bir durumun asla mümkün olamayacağını söyledi.

 

ERKEK İKTİDARI

 

İstanbul Mebusu Kirkor Zohrab da genel kurulu hareketlendiren bir konuşma yaptı. “Bu cürümde en büyük kabahat erkeklerindir” deyince salon yine ayaklandı.  Sataşmalar üzerine Kirkor Zohrab, “bu tahammülsüzlüğünüzün nedeni, erkeklerin zorla kadınlar üzerinde egemenliğini muhafaza etmesinden kaynaklanıyor” dedi.

 

En çok laf atan Kengiri Mebusu Mehmed Tevfik söz alarak kürsüye çıktı. Hiçbir Osmanlı ferdinin Zohrab Efendi’nin bakış açısına ve düşüncelerine iştirak etmeyeceğini söyleyerek, konuyu “dinsel farklılıklar” meselesine getirmek istedi. Müslümanlar’ın Ermeni ve Rum gibi Hıristiyanlarla bu konuda ayrı olduğunu belirtti. “ Müslüman erkekler mümtaz bir mevkidedir ve bu mevki-i hiçbir vakit terk etmeyeceklerdir.”

 

Serfice Mebusu Yorgo Boşo Efendi, soruşturma açılması hakkının sadece erkeklere tanınmasını eleştirdi. Ayrıca, erkeklerin rezil olmamak için şikayette bulunamayacağını da belirtti.

 

Son olarak söz alan Sinop mebusu Hasan Fehmi Efendi konuşmasına zinanın İslam şeriatındaki yeri hakkında geniş açıklamalar yaparak başladı. Bırakın kadının zina hakkındaki şikayetçi olup olmamasını, kadın böyle bir davada tanık olarak bile dinlenmemesi gerektiğini söyledi.

 

Tartışmalar uzayınca Meclis Başkanı yeterlilik önergesini oylamaya sundu. Kabul edildi. Yasa tasarısı da yapılan oylamada hiçbir fıkrası değiştirilmeden kabul edildi.

 

Sonuçta; aradan 100 yıl geçse de, yasaları erkekler yaptığı sürece, adına ister zina davası, ister taciz- ister tecavüz davası deyin korunan hep “Hüseyin Üzmezler” olacaktır!

 

 

 

VAHDETTİN’E GÖRE ATATÜRK HANGİ MİLLETTENDİ?

 

Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Sultan Vahdettin’in gönderdiği tezi yine medyada yer almaya başladı. Bu sözleri sadece saltanat ve hilafet özlemi çeken medya dile getirmiyor. Peki, gerçek böyle mi? Gerçeği bulmanın tek yolu var; belgeler! Gelin İngiltere Dışişleri Bakanlığı Arşivleri’ndeki bir belgeye göz atalım. Bakalım Vahdettin, ulusal mücadele için ne diyor; Atatürk’ün hangi milletten olduğunu söylüyor?

 

Public Record Office, Foreign Office Archives (Devlet Arşiv İdaresi, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Arşivleri)  406/45’te kayıtlı; İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’dan İngiltere Dışişleri Bakanı Lord George Curzon’a gönderilen; 23 Mart 1921 tarih ve 300 numaralı belge:

 

 “Efendim,

 

22 Mart tarih ve 199 numaralı telgrafıma atfen, 21 Mart’ta, Fransız ve İtalyan meslektaşım ve bendenizin, Sultan Vahdettin tarafından sırayla huzura kabul edildiğimizi bildirme şerefine nailim.

 

Sultan’ın benimle, daha ayrıntılı olarak görüşmeyi arzuladığını anladım. Ayağıma kadar gelen bu fırsatı, Londra Konferansı’nın sonucunu meslektaşlarımıza arz etmek suretiyle değerlendirdim ki; teklif edilen antlaşmanın (Sevr) Türkiye tarafından kabulü, bizim almamız için beklememiz gereken Sultan’ın desteğine bağlıdır.

 

Sultan beni iki saat onbeş dakika tuttu. Mr. Ryan bana eşlik ediyordu. Sultan yine, bir başka kişinin huzurda hazır bulunmamasını tercih etti. Maiyetinde çalışan memura kabulden önce yol verdi ve Mr. Ryan’dan tercümanlık yapmasını rica etti.

 

Sultan başlıca fikirlerini açıklarken umumiyetle olduğundan bile daha açık ve kesin ifadeliydi. Fakat söylediklerini tekrar ediyor ve sık sık duraksıyordu. Bu yüzden elinizdeki belge görüşmenin tam sırasını gayretinde bulunmadan, konuşulanları her boyutuyla izlemenizi sağlayacaktır.

 

Sultan kendisine ve mevkiine gösterilen hürmetten ötürü minnettarlığını ifade etti. Mamafih, Anadolu’da durumun malum olduğunu söyledi: ‘Bir avuç çeteci tam bir nüfuz kurmuşlar. Sayıları azdır fakat genellikle boynu bükük, mahcup ve fakir oluşlarından istifade ederek, bu zavallı millet üzerinde hakimiyet kurmuşlardır. Bunların gücü, sayıları 16 bine varan asker ve gelecekteki kişisel çıkarları için onlara omuz veren subaylardan ibarettir.’

 

Sultan, Bekir Sami Bey gibi bir adamın makul olduğunu ancak onu Londra’ya gönderenlerin büsbütün aşırı milliyetçi olduklarını belirtti.

 

Ben Londra görüşmelerinin ülkedeki iyi niyetli tüm unsurları, Sultan’ın rehberliği altında birleştirip canlandırılabilecek yeni bir yapı oluşturduğu ümidimi ifade ettim.

 

Sultan temelde aynı fikirde olduğunu, ancak ayrıntılar konusunda hemfikir olmadığını söyledi: Ankara liderleri, bu memlekette hiçbir dikili kazığı olmayan adamlardır; bu memleketle ne kan ne de bir başka bağları vardır. Mustafa Kemal kökeni belli olmayan Makedonyalı bir devrimcidir. Kanı herhangi bir şey, örneğin, Bulgar, Yunan veya Sırp olabilir. O daha çok bir Sırp’a benziyor.

 

Bekir Sami Çerkez’dir. Onların hepsi aynı; Arnavutlar, Çerkezler, Türk hariç her şey. Aralarında gerçek Türk yoktur. Gerçek Türkler özüne sadıktır ancak, kendi esirliğinin hikayesi gibi hayali yalanlarla Türkler sindirildi, aldatıldı…”

 

 

 

Soner Yalçın

 

Odatv.com

Kaynak: odatv.com/index.php?id=14001

Posted in Gündem, Hayata Dair | 613 Comments »

‘Be Hey Dürzü’ Neyzen Tevfik Kolaylı’nın Değildir!

Posted by Free Stand 18 Ağustos 2008


Neyzen Tevfik
Neyzen Tevfik

Sivri üslubu nedeniyle Neyzen Tevfik’e mal edilen ‘Be Hey Dürzü’ şiirinin kime ait olduğu tartışma yarattı. Mutlu Çelik, şiiri Atatürk düşmanlarına ithafen yazdığını söyledi

Ankaralı çiçekçi Bülent Ulusoy hakkında ‘Atatürk’e hakaret’ suçlamasıyla dava açılmasına neden olan ‘Be Hey Dürzü’ başlıklı şiiri kimin yazdığı tartışma yarattı.

Ulusoy’un avukatı Tahsin Adak Zeyrek, müvekkiline yönelik suçlama nedeniyle mahkemeye sunduğu savunmada, şiirin hiciv ustası Neyzen Tevfik’e ait olduğunu belirterek, şairin Atatürk hayranlığını anlattı.

Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı Asayiş Şube Müdürü Mutlu Çelik ise şiirin kendisine ait olduğunu ve 1994 yılında yayınladığı ‘Cevaben’ adlı kitapta yer aldığını söyledi. Bu kitabı, TBMM’de Atatürk aleyhine konuşma yapan eski RP Milletvekili Hasan Mezarcı’ya ve Atatürk düşmanlarına ithafen yayınladığını belirten Çelik, Barış Partisi’nin şiiri Neyzen Tevfik imzasıyla poster ve kartpostal yaparak sattığını, bu tarihten itibaren şiirin Tevfik’e mal edildiğini kaydetti. Şiiri izinsiz kullandığı için Barış Partisi’ne dava açtığını ifade eden Mutlu Çelik, Ankara 5’inci Asliye Hukuk Mahkemesi’nden tedbir kararı aldığını vurguladı.

Şiirin Neyzen Tevfik’e değil kendisine ait olduğunu, açtığı internet sitesinde de dile getiren Mutlu Çelik, mahkemenin tedbir kararı ile şiirin asıl sahibinin tescil edildiğini bildirdi.

‘Be Hey Dürzü’ şiirinin Neyzen Tevfik’e ait olduğuna dair bugüne kadar çok sayıda yazı ile karşılaştığını anlatan Mutlu Çelik, Necati Doğru, Hikmet Çetinkaya ve Fatih Altaylı gibi yazarlar ile siyasetçi Ertuğrul Yalçınbayır’ın, yaptığı uyarı sonrasında hatalarını düzelttiğini sözlerine ekledi.

Bu ilk değil

Neyzen Tevfik’in hayatını ve şiirlerini anlatan ‘Çeşitli Yönleriyle Neyzen Tevfik’ isimli kitabın yazarı araştırmacı Alpay Kabacalı, sivri üslubu nedeniyle bu tarzdaki dörtlüklerin daha önce de Neyzen Tevfik’e mal edildiğini hatırlattı. Kabacalı, ‘Neyzen Tevfik hayattayken gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı yeren bir dörtlük Neyzen Tevfik imzasıyla piyasaya çıkmıştı. Ama şair dörtlüğün kendisine ait olmadığını açıklamıştı’ dedi.

Kabacalı, dördüncü baskısı yapılan kitabının son bölümünü de Neyzen Tevfik’e ait olmayan ama kendisine mal edilen dörtlüklere ve şiirlere ayırdığını anlattı. Neyzen Tevfik’in neredeyse tüm eserlerini inceleyen Kabacalı, ‘Be Hey Dürzü’ şiirinin, ünlü hiciv ustasına ait olmadığını belirtti. Kabacalı, ‘Daha önce de bu şiirin Neyzen Tevfik’e ait olduğu söylenmişti hatta bu konuda tartışmalar da yaşanmıştı. Ancak ben o zaman da bu şiirin Neyzen Tevfik’e ait olmadığını söylemiştim’ dedi.

Şair Ataol Behramoğlu da şiirin Neyzen Tevfik’e ait olmadığını söyledi. Behramoğlu, şiirdeki üslubun Tevfik’e benzemediğini belirtti.

Yanlışlık, Neyzen’i maaştan etmişti

Hüseyin Rifat, dönemin İstanbul Valisi Lütfi Kırdar’a kızar;

İstanbul’a vali olan hergelenin

kimi dağdan kimi kırdan geldi..

mısralarını kaleme alır. Ancak Vali Kırdar bu mısraları Neyzen Tevfik’in yazdığını düşünüp, ünlü şairin o dönemde belediye tarafından bağlanmış 40 lira aylığını keser.

Çok içerleyen Neyzen de vali için şu şiiri yazar:

Bağrıma bir tekme savurdu vali

Acısından avlu, dere, kır dar geldi

Koşacaktım doğru mahkemeye, fakat

Bu teşebbüs yüce milletime ar geldi

Bu eşek cilvesini sanma eşek davası

Zannedersem katıra devre-i idbar geldi

Tanrı’nın lütfu sanırken olağan işlerini

Öksüz İstanbul’a katletmeye barbar geldi

Belediye dubarayla yemimi kesti benim

Neyleyim, kancık katıra tavlada zar geldi

Kaynak: http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2003/05/19/gundem/gundem6.html

 

 

Söz konusu şiir ve ona cevap niteliğindeki “Babalara Gelmek” şiiri

 

BE HEY DÜRZÜ

ne ararsın tanrı ile aramda
sen kimsin ki orucumu sorarsın
hakikaten gözün yoksa haramda
başı açığa niye türban sorarsın

rakı şarap içiyorsam sanane
yoksa sana zararım içerim
ikimizde gelsek kıldan köprüye
ben dürüstsem sarhoşkende geçerim

esir iken mümkünmü ibadet
yatıp kalkıp atatürke dua et
senin gibi dürzülerin yüzünden
dininden de soğuyacak bu millet

işgaldeki hali sakın unutma
atatürke dil uzatma sebebsiz
sen anandan yine çıkardın amma
baban kimdi bilemezdin şerefsiz

Demiş şair efendi.

Biride şair efendiye şunu demiş:

BABALARA GELMEK

Rakı şarap içiyorsan bana ne
Aşşağısı kasımpaşa,içersin
Ama köprüde dikkat et kendine
Melek görür,üçün birini yersin

Umumhane senin için bir mabet
Ona buna yalakalık ibadet
Senin gibi yumoşların yüzünden
Gökten pembe görünüyor memleket…

İşgalden kurtuldu sanıp anan da
Atlamıştı paşanın kucağına
Baba diye sayıklayıp kudurma
Babalara geleceksin , nesepsiz…

Posted in Geriye Kalanlar, Hayata Dair, Kötü Örnekler | 190 Comments »